Tükürük bezi kanseri tanı ve tedavi süreci ardından kendi hayatının “yeni normali”ne adapte olmaya çalışırken bir de Covid-19 riskiyle karşı karşıya kalan kanser savaşçımız Nagehan Uzuner, virüsle ve virüsle mücadele için başlatılan düzenlemelerle imtihanını anlatıyor.
Bu sefer ki parçaları her seferinde yer değiştiren ve kaybolan bir bulmaca olsa gerek. Uyanıyorum bütün kemiklerim kırılmış gibi her yanım ağrıyor. Kaburgalarım, sırtım, tüm kemiklerim dehşet saçan bir ağrı içinde. Ara ara gelen her bir öksürük paslı bir bıçak gibi kesiyor boğazımı. Mart’ın ilk haftası, hava ılık. Yıllık influenzaya yakalanmaya layık görmüyorum takvimi. Ancak iki gün sonra daha da artan şikayetlerimle Şişli’deki bağlı bulunduğum aile hekimine gidiyorum. Güler yüzüyle karşılıyor beni ve güzelce de klinik muayeneye alıyor. Üzerinde parasetamol, gargara ve bir burun spreyinin kullanılış biçimlerinin de yazılı olduğu reçeteyle çıkıyorum Sağlık Merkezi’nden. Karşıma çıkan ilk eczaneden ilaçları alıp eve dönüyorum.
Aradan birkaç gün geçiyor. Ben öyle halsiz ve bitkin hissediyorum ki kendimi yiyecek bir şeyler hazırlayacak ve duş alacak takati bulmakta zorlanıyorum. Sıkı bir tarhana çorbası yapıyorum bol zencefilli ve sarımsaklı. Yükselen ateşimi de zencefile yoruyorum. Var gücümle nevresim takımlarını değiştirip, evi havalandırıyorum, son kuvvetimi duş almaya harcıyorum ancak yalnız yaşadığım evimde sanrılar gördüğümü fark edince kanser tanısı aldığımdan bu yana beni takip eden kulak burun boğaz uzmanını görmeye gidiyorum çalıştığı Vakıf Hastanesi’ne. Onu ilk kez bu kadar gergin ve yorgun görüyorum. Bir de giydiği korunaklı kostüm ve başlıktan -olmuş olsaymış- başarılı ve yakışıklı bir uzay adamı da olabileceğini düşünüyorum. Paylaştığım anamnezin ardından bıkkın bir halde COVID-19 salgınının ciddiyetinden dem vuruyor bana. Yurt dışı seyahatlerinden dönen pek çok hastasını korona taraması yapılan Eğitim ve Araştırma Hastanelerine yönlendirdiğini ancak yapılan testlerin sonuçları hakkında hala kendisine bilgi verilmediğinden yakınıyor. Beni de başka bir hastaneye yönlendirip daha fazla yormak istemediğini söylüyor. Baş-boyun alanında gördüğün radyoterapi maalesef seni üst solunum enfeksiyonlarına açık bırakıyor, biliyorsun akciğerlerin risk altında mevcut hastalığından dolayı. Kullandığın ilaçları bu yeni ilaç tarifesiyle değiştirelim. Bolca su iç, sıvı al. Ateşin çok yükselir ve solunum sıkıntın olursa telefonum hep açık, beni ara. Sakın hastaneye gelme çok acil bir şey olmadıkça diyor beni uğurlarken. Hatta koridorda arkamdan sesleniyor, sakın toplu taşımaya hatta taksiye dahi binme, eve git ve kendini izole et diye. Hemen yeni ilaçları alıp, Nişantaşı’ndan Feriköy’e neredeyse iki saatte geliyorum yürüyerek. Öyle bitap uyumama rağmen kalp çarpıntımın sesine uyanıyorum. Yeterince uyuyamadan ve beslenemeden 2 gün sonra kendimi aynı hastanenin kardiyoloji servisinde buluyorum. Girişte sıkı bir ateş kontrolünden geçiyorum. 37.7 ile kabul ediliyorum hastaneye. Holter takıyorlar göğsüme. Bir gün sonra kalp ritimlerimi analiz edip, çarpıntımı dindirmek için aylar önce kullanmaya başladığım ilaçtan iki kutu daha reçete yazılıyor. Baş-boyun radyoterapisinin ileri yan etkisi olarak aortta sertleşme ve daralma görülmesinin olası olduğunu yineliyor Doktor. Şükür ki diğeri hala sağlıklı diyor içime su serpmek istercesine.
Şehir dışında yaşayan annemle babam İstanbul’a geliyorlar, beni alıp hep birlikte memlekete dönüyoruz. Koku ve tat duyum olmadan, kuru öksürükler ve kemik ağrılarıyla kıvranarak geçen iki haftanın ardından, babaannemin duaları ve annemin çorbalarıyla izole edildiğim odadan salona terfi ediyorum. Artık iyileşiyorum. Ödüm kopuyor, ben COVID-19 salgınına yakalanmış ve virüs taşıyıcısıysam ya etrafımdakilere bulaştırırsam diye. Evimize kimseyi almıyoruz. Zaten çok geçmeden korona gündemi kaynamaya başlıyor. COVID-19 salgın gündemini günbegün televizyon programlarının hiç de epidemiyolog ve hatta herhangi bir konunun pek de uzmanı olmayan konuklarından ve akşam saatlerinde Sağlık Bakanı’nın Twitter’dan attığı tivitlerle takip ediyoruz. 65 yaş ve üstü ile kronik hastalıkları olanlara sokağa çıkma yasağı geliyor. 4 kişilik ev mevcudiyetinde bu kısıtlamalara takılmayan annem haftada bir sokağa çıkıp banka ve market işlerini hallediyor. O eve gelince hummalı bir temizlik sürüyor. Babaannem bir türlü idrak edemiyor benim 35 yaşımda, babamın 61 yaşında olup neden evden dışarıya çıkamadığımızı. O hemen her gün kendi evine gitmek istediğini söylerken, devlet büyüklerimiz de bu salgını yönetme konusundaki muammayı istikrarla sürdürdüklerini beyan ediyorlar her açıklamalarında. Bir gün yeterince maske üretildiğini ve arzu edene satacaklarını, başka bir gün satmaktan vazgeçtiklerini, ePTT’den dağıtacaklarını, sonra yok yok oradan da değil e-devlet’ten dağıtacaklarını, sonrasında eczanelerin artık maske satamayacağını; yasaklandığını, ve sonrasında ise maskeleri eczanelerin dağıtacağını duyuyoruz ekranlardan. Ta en başından bu yana kronik hastalıkları olanların sokağa çıkma yasağından itibaren büyük bir muamma yaşanıyor. Yaşlılarımız üzerinden yapılan tuhaf bir ayrımcılık politikasına şahit oluyoruz. 82 Anayasası’nın “Kanun Önünde Eşitlik” başlığını taşıyan 10’uncu madde yine sadece tozlu raflarda kalıyor. Bu kronik hastalığı olan sınıfa aktif tedavi gören kanser hastaları mı yoksa remisyondakiler mi dahil, yoksa tanı ve tedavi sürecine bakılmaksızın tümü mü dahil bunu kimse netleştirmiyor. Yine pandemi hastanelerinin ilanında onkoloji servislerinin göz ardı edildiği, maskeye erişimde özellikle aktif tedavi gören ya da nakil sürecindeki kanser hastalarını toplumdan bir kez daha lavaj yapıp atan bir sistem içinde sabır ve tekamül kuvvetimizle yaşamaya çalışıyoruz. Biz genç ve yetişkin kanser savaşçıları da bu muammayı çözmekte bir kez daha zorlanıyoruz.
Nagehan UZUNER, BA, MA, Ph.D. Candidate
Kanser Savaşçısı
Kanser Savaşçıları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi & İletişim Koordinatörü